Merhaba Melis Hanım, Mülakat Kahvesi’ne hoş geldiniz. Sizi ve ajansınız Melis Samir PR’ı tanıyabilir miyiz?
Hoş buldum. Melis Samir PR’i anlatabilmek için aslında kendi kurduğum ajansta müşterilerime ilk başta özenle aktardığım “Tonmeister” kavramına dikkat çekmek istiyorum: “Tonmeister describes a person who has practical knowledge of virtually all aspects of sound recording, music mixing and mastering.” Yani tonmaister, piyasaya sürülecek potansiyel bir müzik parçasının dinleyicilere ulaşması yolunda ilgili tüm komponentlerin kayıt edilmesi, harmanlanması ve hedef kitlenin rahatça dinleyebileceği şekilde sunulması ile ilgili önemli prosesi gerçekleştiren kişidir. Bir iletişim danışmanının da, müşterisinin elindeki ürünü/hizmeti, ulaştırmak istediği kitleye gerekli olan en uygun ton ile aktarması, ürünün özelliklerini profesyonelce harmanlayarak hedef kitlede planladığı algıyı oluşturmasında çok kritik temel yetileri temsil ettiğini düşünerek kendi hizmet platformumu kurdum.
Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler lisans dönemimde (2004-2008) son sınıfta Sabancı Holding, Kurumsal İletişim departmanında staj yaptım. Bu staj sırasında kurumsal iletişim departmanının, holdingin kalbi gibi attığını ve çok kilit bir fonksiyonu olduğunu gözlemlediğimde, o zamanki Kurumsal İletişim Direktörü Suat Özyaprak’la konuştum ve kariyerim için değerli tavsiyeler aldım.Bunların en başında da, “işin mutfağına girmek” yani bir ajansta çalışmak geliyordu. Bahçeşehir Üniversitesi, Pazarlama İletişimi ve Halkla İlişkiler yüksek lisans dönemimde PR ajansı diyebileceğimiz, ama kurucumuz olan değerli Figen İşbir’in vizyonu ile ismini “iletişim ve algı yönetimi” olarak konumlandıran bir ajansta uzun yıllar, global ve lokal markalar kapsamında çeşitli kurumlar, kişiler ve toplulukların iletişim çalışmalarını sürdürdüm. Melis Samir PR olarak, ajans deneyimlerim sırasında, hizmet alıcıların tıkandığı noktaları gözlemleyerek, bunları klasik çözümlerin dışına çıkartmak adına kendi yoluma çıktım.
Sektörde yer alan büyük ölçekli ajansların içinde olmak yerine kendi orta ölçekli ajansınızın başında yer alıyorsunuz. Büyük ölçekli ajanslara göre, avantajlarınız ve dezavantajlarınız neler?
Türkiye’de profesyonel bakış açısı ile bir PR hizmeti almak için illaki büyük ölçekli bir firma olmanız gerekmiyor. Hangi sektör olursa olsun, pazarda vites büyütmek veya start-up safhasından büyüme trendine geçmek için kendini anlatması gereken ve PR hizmetine ihtiyacı olduğunun farkında olmayan o kadar çok orta ve küçük ölçekli firma var ki. Diğer taraftan, bu hizmete ihtiyacı olduğunun farkında olan firmalar bile bütçesel kaygılardan dolayı pazarlamanın olmazsa olmazı PR aktivitesinden yoksun kalıyorlar.
Hal böyle olunca, bütçeleri kısıtlı olan bu şirketlere büyük ajansların ataletli sabit giderlerini yüklemeniz çok anlamsız. Bir başka deyiş ile, küçük ve orta ölçekli firmaların da PR hizmetine erişilebilir bir bütçe ile ulaşmaları gerekiyor ve aslında bu benim ajansımı kurarken yola çıkış temelimi oluşturuyor. Örneğin, yeni nesil startup’lar daha doğarken kendi haber hikayesi ile doğuyor, aktarmaları gereken müthiş fikirler var ancak çoğunlukla bunlar daha hedef kitleye ulaşamadan kaybolup gidiyor; hepimiz görüyoruz.
Şirketler kendi gözünden ihtiyaçlarını gerçekten doğru mu belirleyebiliyor? Bugün hangi şirkete mercek tutarsanız tutun, tüm gün aynı konu ile iştigal edip algı kirliliğine maruz kalmış bir yöneticiye kıyasla, tamamen dışarıdan objektif bakabilen bir danışman gözünden gereklilikler ne kadar örtüşür? Örneğin CRM’i kurulmamış bir KOBİ’nin doğru hedef kitleye ulaşabildiğine dair analiz yapabilmesi mümkün mü? Peki kendi kurumunun dijital ayak izini doğru konumlandırmamış bir şirket, ne kadar etkili iletişim kampanyalarına imza atabilir? Bu soruları çoğaltabileceğimiz gibi, cevapları maalesef hep “hayır” olarak tecrübe ediyoruz. İşte bahsettiğim küçük ve orta ölçekli firmalar için bir “hub” fonksiyonu gören ajansım ile, farklı konulardaki temel ihtiyaçlar için reçete oluşturup yola çıktığımızda, hizmeti alan firma açısından yüksek bütçeler ödemesi gereken “büyük ajans” kavramı yok oluyor. Çünkü müşteriye büyük ajansların ofis kirası, personel, çay-kahve gibi sabit giderleri değil, bağımsız çalışan çözüm ortaklarının mütevazı bütçeleri yansıyor.
Bugün birçok marka hem ayrı bir sosyal medya ajansı hem de ayrı bir PR ajansı ile süreçlerini yönetiyor. Size göre bu iki alanın birbirinden ayrılmasının olumsuz tarafları nelerdir?
Bir PR ajansı çalışanının en basit seviyede “SEO” veya dijital ajansının verdiği reklamlarda “keyword planlayıcıdaki” çıkan maliyetlerden haberi olması çok önemli bir kazanım. Diğer taraftan dijital ajansın da PR departmanı ile birlikte hareket etmesi büyük bir zenginlik. Bu iki kanal birbirinden ayrı hareket ettiğinde PR ajanslarında çalışanların “Sosyal medya hayatımıza girdi gireli, kriz iletişiminden kopamaz olduk” diye düşündüklerini biliyorsunuz. Bu ufacık bir örnek. Tonmeister’ın yönettiği sesleri birbirinden ayıramazsınız, ayırdığınız zaman sistemde eksik kalan veya fazla gelen her şey iletişimin tonunu ve samimiyetini kaybettiriyor.
Melis Samir PR olarak, yeni nesil bir bakış açısı ile “new wave PR” sloganı ile yola çıktığınızı söylemiştiniz. Nedir new wave PR?
Bugün, artık birbirimizle temasımızdan başlayın, para harcama ve harcadığımız para bile her gün hızlı bir dönüşümün içinde. Finans kavramı bile blok zinciri teknolojisi sayesinde merkeziyetsiz bir yapıya bürünürken, iletişimin tüm departmanlarının “bir merkezde” toplanması çok zorlaşıyor. Her mecranın ve mesajın ayrı bir kanalı ve alıcısı varken bunları merkezi bir yapıda yönetmek ve halen merkezi kalmasını beklemek mümkün değil. Normal’i bile “yeni” yaşadığımız şu günlerde danışanlarıma ve etrafımdaki herkese “new wave PR” mottosu ile PR’ın içini daha merkeziyetsiz aksiyonlar ile doldurmamızın çok önemli olduğunun altını çiziyorum. Büyük ajansların kendi bünyelerindeki kısıtlı kabiliyet sınırlarına mecbur edileceğinize, sizin adınıza konuyla ilgili başarı yakalamış bağımsız çözüm ortaklarını firmanıza kazandıran new wave PR ile, firmanızı kısıtlamadan, şartlara tüm esnekliği ile en kısa zamanda adapte olabilen hizmeti almak hayati önem taşıyor.
DeFi olarak tanımlanan merkeziyetsiz finans kavramının sektörümüze etkileri neler olabilir?
Şu an bize “yeni nesil” olarak lanse edilen finans sektöründe “DeFi” yani decentralized finance denilen bir kavram var ve tamamen büyük kurumların değil, bireylerin kontrol ettiği “merkeziyetsiz” finansı temsil ediyor. Bu doğrultuda ben de, kişilerin de yakın gelecekte kendi kendinin ajansı gibi bir bilgi ve donanıma sahipolacağını düşünüyorum. Haberleri yapay zekalar yazacak olsa da, blok zinciri üzerinden hayatlarımız değişecek olsa da, insana ve insanın üzerinden kurulan/yönetilen iletişime ihtiyacımız daim olacak. Bugün Instagram’da nasıl herkes kendi canlı yayınını yapmaya başladıysa, merkeziyetsiz olarak farklılaşmak, iletişim tonlarını doğru kullandığınız ölçüde “tonmeister” olabilmekte yatacak. Bu minvalde, kitaplarda okuduğumuz halkla ilişkiler teorilerine çok yakın gelecekte yeni ve hiç tahmin etmediğimiz iletişim unsurlarının ekleneceği bir dönemden geçtiğimizi unutmamalıyız.
Sektörümüzdeki genç meslektaşlarınıza ve iletişim öğrencilerine önerileriniz
ve söylemek istedikleriniz…
Artık sonsuz bir uygulama ağı var ve içerik için kaynaklar açık platformlarda. Yani bir kişi bir ajansın kapısını çalmadan kendi imkanları ile iletişimini planlayabilir, otomatize edebilir ve hatta ölçümleyebilir. Bu sebeple sizin bu uygulama ve öğretilerin ötesinde bir yeteneğinizin olması gerekiyor; o da iyi bir “tonmaister” olabilmekte yatıyor.
Bunun için de her gün her alanda yüksek lisans yapıyormuş gibi yenilikleri öğrenmeye takıntılı olmanız gerekiyor. Ve tabii ki ne kadar sanal toplantılar yapsak ve her şeyi verileştirebilsek de samimi olmak gibi bir insani özelliğimiz var. Bunu unutmayın. Çok güçlü iletişim profesyonellerinden yüksek lisans eğitimimi alırken, mutfağa girdiğimde yani işi pratiğe döktüğümde çok farklı düşünce kasları geliştirmeye çalıştım ve bu benim kişisel bir tutkum olsa da aslında bir zorunluluk, tercih değil. Genç meslektaşlarımıza ve iletişim öğrencilerine önerim sadece kariyeriniz için kendinizi geliştirmeyin, para kazanmak odaklı bir bilgi biriktirmeyin. Biriktirdiğiniz, kalbinizi titreten hobileriniz, meraklarınız ve onun hakkında birine bir Udemy gibi bir platformda ders verebiliyormuşçasına bilgi sahibi olun. Ne işime yarar demeyin, beyninizin farklı nöronlarını çalıştırdıkça işinizde daha başarılı olabildiğinizi unutmayın. Ve her durumda “samimiyeti” elden bırakmayın.