Kişilerarası iletişim sürecinde kaynağın mesajını tam ve doğru kodlayarak iletebilmesi ve alıcının da doğru şekilde açıklayabilmesi, birtakım engellerin aşılmasını gerektirmektedir. Her birey, iletişim kurarken karşısındaki kişinin algı dünyasını, deneyimlerini, cinsiyetini vb. birçok özelliği göz ardı ederek, kendi istediği biçimde mesajını kurgulaması sonucu bazı anlaşmazlıkların yaşanması kaçınılmazdır. Kişilerarası iletişimde engel denildiğinde, kişilerin birbirleri ile tam ve doğru olarak iletişim kurmalarını ve anlaşmalarını engelleyen her türlü faktör ifade edilmektedir. Bu birçok zaman doğru kanalın kullanılmaması olabileceği gibi, birçok zaman da kaynak ve alıcının kişisel özelliklerinden kaynaklanabilmektedir. Örneğin alıcının kendi hakkındaki düşüncesi, mesajların anlamlandırılmasında belirleyicidir. Kendisi hakkında olumsuz bir algıya sahip olan kişi, iletilen her mesajda kendisi ile ilgili bir olumsuz anlamaya eğilimli olabilmektedir. Bazen de alıcı kaynağın cinsiyeti, mesleği, dış görünüşü vb. hakkında olumsuz bir izlenime sahip olabilmektedir.
Bireysel Yetersizlik
Kişilerarası iletişimin başarısı için, insan düşünüp taşındığını, karşısındakine en uygun biçimde anlatabilme becerisine sahip olmalıdır. Anlatabilme becerisi sözel ve bedensel iletişimin eşgüdümlü olarak kullanılmasıyla mümkündür. Örneğin; donuk bir yüz ve ses tonuyla verilen müjdeli bir haber, verilmek istenen etkiyi cılızlaştırır. Çoğu insan kullandığı sözcüklerin tesirini, mimiklerine ve ses tonuna yansıtamaz. Konuşma, kişilerarası iletişimin en önemli öğesidir. Her sözcüğün yerli yerinde kullanılması, konunun anlaşılması ve doğru algılanması bakımından oldukça önemlidir. Yerli yerinde kullanılmayan sözcükler, hatalı ve yanlış kullanımlar iletişimi engelleyecektir. Bilmediğimiz konu hakkında görüş bildirmek ister istemez yanlış anlaşılmalara, hatta kişilerarası iletişim sırasında küçük düşmelere kadar varabilir. Küçük düşme bireyde yetersizlik ve eksiklik duygusu oluşturacağından, bu tür insanların sağlıklı bir iletişim sürdürmeleri de mümkün olamayacaktır.
Önyargı
Önyargı, basmakalıp yargı, kalıp yargı olarak ifade edilen, bir kişi ya da grup hakkında öğrenilmiş, benimsenmiş ve bir kalıp olarak yerleşmiş algılardır ve kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin etiketlenmesine neden olmaktadır. Önyargılı kişiler genellikle yeterli bir bilgi sahibi olmadan, diğerlerini bir gruba dâhil ederek karar verirler, hatta birçok zaman da beklentilere girerler. Bu hal diğer kişiler hakkında sağlam bilgi üretmeden, izlenim edinmenin kısa yoludur. Sadece bir özelliğe ya da davranışa dayanarak, bir kişiyi bir grubun içinde değerlendirmek, iletişimde yanıltıcı sonuçlar doğurur. Irkçılık, cinsiyetçilik ve yaş ayrımcılığı vb. basmakalıp yargılar buradan doğar. Önyargılar iletişim sürecinde, en önemli engellerden biri olarak kabul edilir.
Kişilik Tasarımı
Varsayılan kişilik tasarımı, diğer bir kişi hakkında hızlı şekilde bilgi edinmek ve karar vermek amacıyla, çok çeşitli kişilik özelliklerinin gruplandırılmasına dayanmaktadır. Bir kişi hakkında onun tek bir özelliği genel bir izlenim oluşmasında temel alınmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin birbirleri ile ilk karşılaştığı andan itibaren, ilişkinin gelişimini etkileyen kişilik tasarımları bir iletişim engeli oluşturabilmektedir. Kişiler tanımladıkları kişilik özelliği doğrultusunda bir karara vararak davrandıkları için, gerçek anlamda birbirlerini tanımaları engellenmiş olmakta, aynı zamanda da sürekli olarak birbirlerini bir şema ya da kalıp içinde değerlendirdikleri için, özgür bir düşünce geliştirememekte ve birbirlerini doğru olarak anlayamamaktadırlar.
Öngörü
Öngörü, kişinin sahip olduğu özellikleri, istekleri, beklentileri, amaçları doğrultusunda bir inanış yaratması, bu inanışa gerçek/gerçekleşmiş gibi bağlanmaları ve bu özellikler gerçekten varmış gibi davranış sergilemelerine dayanmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde, ilişki içinde bulunulan kişi/kişiler hakkında öngörüde bulunmak; öngörüde bulunulan kişinin davranışlarının da bu yönde oluşmasına neden olmakta ve sonuç aynı inanıldığı gibi gerçekleşmektedir.
Sıfatlandırma
Sıfatlandırma, bir kişinin belli özelliklerinden ve davranışlarından hareketle, değerlendirmeyi yapanın sahip olduğu bilgi dâhilinde üretilen nitelendirmelerin çağrışım yoluyla ardı ardına sıralanması ve buna bağlı olarak diğer özelliklerinin tahmin edilmesi ile oluşmaktadır. Sıfatlandırmayı yapan kişinin eğitimi, algı düzeyi, değer yargıları, önyargıları vb. birçok özelliği kişi hakkındaki sıfatlandırmaların birbiri ile ilişkilendirilmesinde oldukça etkilidir. Bu da kişilerde kalıplaşmış düşünce yapısı oluşturmaktadır. Kalıplaşmış düşünce yapısına sahip kişiler genellikle “yapmalı, yapmalısın, aramamalısın, gelmen gerek” gibi kesin, net ve sınırları belirlenmiş ifadelerle iletişim kurmaktadırlar. Bu kalıplar da iletişim sürecini aksatmaktadır.
Dilde Belirsizlik
İletişim sürecinde bir masajın verilmesini ya da alınmasını olumsuz yönde etkileyen diğer bir engel de dildeki belirsizliktir. Kelimeler, söyleniş biçimine ve vurguya göre farklı anlamlar taşıyabilirler. Kişiler bir konuşma sırasında bilerek ya da bilmeyerek kelimeleri gerçek anlamlarının dışında kullandıkları zaman yanlış anlaşılmalar yaşanabilmektedir. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda, net olmayan bir dil kullanımı, belirsizlik ve anlaşmazlıkların yaşanmasına neden olmaktadır. Çünkü aynı kelime, farklı kişiler için farklı anlamlar ifade edebilmektedir. Bu gibi durumlarda çatışmadan ve yanlış anlaşılmadan kurtulmak için, kelimeler açık bir biçimde ifade edilmediğinde de anlamda belirsiz kullanım yaşanmaktadır. Her belirsiz kullanım ilişkilerde sorun yaratacağından dolayı iletişim sürecini engelleyen bir dönüşüme neden olabilmektedir.
Dilde Yoksunluğu
Algı, duyumlarımız vasıtasıyla, etrafımızdaki uyarıcıların tarafımızdan yorumlanarak anlamlı hale getirilme süreci olarak tanımlanabilir. Kişilerarası ilişkilerde olay veya olguların algılanmasında herhangi bir algı yoksunluğu oluşursa, bu durumla ilgili yorum ve anlamlandırmalar eksik veya yanlış olacağından sağlıklı bir iletişim kurulamayacaktır. Algı yoksunluğu ister istemez yanlış anlaşılmalara neden olur ve her yanlış anlaşılmada ilişkiler sekteye uğrar. İletişim sürecinde istenmeyen durumların başında gelen algı yoksunluğunu, psikolojik çatışma ve iletişim engellerinin ilk tetikleyicileri olarak da kabul etmek mümkündür.
Savunucu İletişim
İletişim kazalarının en büyük nedeni, savunucu iletişimdir diyebiliriz. Bir kimse savunucu bir biçimde konuşursa, dinleyicide de kendiliğinden savunucu bir tutum doğar. İletişimdeki savunuculuk kendini yalnızca sözlü iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerinde ve sesin tonunda da gösterir. Bu ipuçları söylenen sözlerle beraber, dinleyiciyi daha da savunucu hale getirir. Savunuculuğu gittikçe artan kişi, karşısındakinin amacını, düşünce ve duygularını algılayamaz hale gelir. Savunuculuktan uzaklaşmak için açık iletişimi ilke edinerek suçlamaktan, yargılamaktan, eleştirmekten, stratejik davranmaktan, kesin ve net ifadeler kullanmaktan kaçınmak gereklidir. Bu tutumlar yerine ilgili, anlayışlı, eşitliği ön plana çıkaran ve karşı tarafın kendini açık bir biçimde ifade edebilmesi için gerekli fırsatı tanıyan bir yaklaşımın sergilemesi gerekir.
Sonuç olarak; kişilerarası iletişim engellerinden bahsettik. Toplum ve birey olarak iletişim kurarken, farkında olarak ya da olmayarak bazı iletişim yanlışlarına sebebiyet vermekteyiz. İletişim insanlar için önemlidir, doğru iletişim ise ilişkinin temelidir diyebiliriz. Buradan hareketle Konuşmalarımızda karşı tarafı anlayarak kırmadan, yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermeden iletişim kurmaya dikkat edersek daha sağlıklı ve uzun ilişkilerin kapısını aralamış oluruz.